Elazığ'lı Avukat Elmas'ın Röportaj Başarısı

Elazığ Barosunun genç ve başarılı Avukatlarından Duygu Elmas, Yargıtay 2. Hukuk Dairesi Başkanı Ömer Uğur Gençcan ile bir röportaj gerçekleştirdi. Yoğun iş temposuna rağmen röportaj talebini geri çevirmeyen Gençcan, 1996 yılında henüz ülkemizde konuşulmayan bir sistem olan 'Başkanlık Sistemi' üzerine yapmış olduğu yüksek lisans teziyle ilgili de açıklamalarda bulundu.

Elazığ'lı Avukat Elmas'ın Röportaj Başarısı
TAKİP ET Google News ile Takip Et

Elazığ Barosu Avukatlarından Duygu Elmas’ın sorularını cevaplayan ve yoğun iş temposuna rağmen röportaj talebini geri çevirmeyen Yargıtay 2. Hukuk Dairesi Başkanı Ömer Uğur Gençcan, “Adalet dağıtmanın tadı başka hiçbir meslekte yok” diyerek hukuk mesleğinin önemine değindi.

Bir çok haber sitesinde yer alan röportajda Başkan Gençcan'ın 1996 yılında henüz ülkemizde konuşulmayan bir sistem olan “Başkanlık Sistemi” üzerine yapmış olduğu yüksek lisans teziyle ilgili de açıklamalarda bulundu.

Hemşehrimiz Avukat Duygu Elmas’ın,  gerçekleştirdiği röportajda hukukçulara seslenen Başkan Gençcan,  “1975 yılında başladığımda Türkiye’de sadece iki hukuk fakültesi vardı. Ankara Hukuk Fakültesi ve İstanbul Hukuk Fakültesi. Şimdi ise çok sayıda hukuk fakültesi mevcut. Bilgisayarın bile bulunmadığı bir dönemde bilgiye ulaşmak çok zor idi. Üstelik yayın sayısı da çok fazla değildi. Bugünün hukukçuları iletişim, seyahat, yayına ulaşma vb konularda çok şanslılar. Yeter ki mesleklerini sevsinler.” dedi.

Avukat Elmas’ın, Yargıtay 2. Hukuk Dairesi Başkanı Ömer Uğur Gençcan ile yapmış olduğu röportajın bir kısmı şöyle ;

Biz genç hukukçuların, henüz doğduğu dönemlerde hukukçu olmak ile içinde bulunduğumuz dönemde hukukçu olmak arasındaki farkları, gerek avantajları gerekse dezavantajları ile bizlere nasıl ifade edersiniz? 

- Hukuk fakültesine 1975 yılında başladığımda Türkiye’de sadece iki hukuk fakültesi vardı. Ankara Hukuk Fakültesi ve İstanbul Hukuk Fakültesi. Şimdi ise çok sayıda hukuk fakültesi mevcut. Bilgisayarın bile bulunmadığı bir dönemde bilgiye ulaşmak çok zor idi. Üstelik yayın sayısı da çok fazla değildi. Bugünün hukukçuları iletişim, seyahat, yayına ulaşma vb konularda çok şanslılar. Yeter ki mesleklerini sevsinler.

İzmir’de hâkim adayı olarak başladığınız mesleğinizde; sırasıyla bir çok görevde bulunduktan sonra 26.01.2015 tarihinde, bugünkü göreviniz olan; Yargıtay 2. Hukuk Dairesi Başkanı olarak seçildiniz. Hukukçu ve aile babası olan, Ömer Uğur GENÇCAN’ın bir günü nasıl geçer? Hafta sonu geldiğinde, kendinizi geliştirmek adına, özeleştirileri de dahil, bütün bir haftanın analizini bizlere nasıl yaparsınız?

- Mesleğimi çok ama çok sevdim. Adalet dağıtmanın tadının başka hiçbir meslekte olmayacağını çok iyi biliyorum. Yıllarını bu mesleğe vermenin sonucu bilgi birikimi o kadar çok oluyor ki insan bu bilgileri kaleme alma ihtiyacı hissediyor. Yaklaşık 20 yıldır sürekli olarak yazıyorum. Bu kadar uzun süre yazarlık yapmanın verdiği hazzı anlatmama imkan yok. Yazmak bende adeta bir tutku. Bu sebeple "can sıkıntısı" ve "boş vakit" denilen kavramları hiç tanımadım. Hafta boyunca mesai saatleri dışında kalan vaktimi yazmak ve yazabilmek için de okumakla geçiriyorum. Zamanımı iyi değerlendirdiğimi düşünüyorum.

1996 yılında, konusu “Başkanlık Sistemi” olan, Gazi Üniversitesi Siyasal ve Sosyal Bilimler Fakültesi’nde tamamlamış olduğunuz bir yüksek lisans teziniz mevcut. Başkanlık Sistemi üzerine, değerli görüşlerinizi bizlere aktarır mısınız?

- Başkanlık rejimi tezimi 1997'de yazdığımda bir ülkeyi yönetmede rejimin çok da etkili olmadığını düşünüyordum. Ne var ki dünya o kadar hızlı dönüşüyor ki 1997 Dünyası ile 2019 dünyası arasında inanılmaz farklar var. Günümüz dünyası tek merkezden, çabuk ve kolay karar alınmasını zorunlu kılıyor. Çok başlılık karar alma sürecini hem tıkıyor hem de sıkıntılara sebebiyet veriyor. Günümüz dünyasında başkanlık rejimi bu bağlamda çok daha işlevsel gözüküyor.

Eğitimlerinize katılıp, sizi sürekli takip eden bir avukat olarak “kadınlar ve çocuklar” konusunda son derece hassas olduğunuzu gözlemliyorum. Kaldı ki aynı hassasiyet, hukuki kararlarınıza da layıkı veçhile yansımış durumda. Şahsım adına umut doluyorum. Bu konuda, hem hukuki hem sosyal bağlamda neler söylemek istersiniz?

- Anayasamıza pozitif ayrımcılık halkımızın oylarıyla getirildi. Pozitif ayrımcılık haksız olanı haklı saymak değildir. Kaldı ki her kadın ya da çocuk haklı da değildir. Dosyanın kendi adaleti vardır.Önemli olan zayıf ve güçsüz olana "hak ettiğini" verebilmektir.

“Bu ülke için ne yaptınız?” sorusuna, daha önceden vermiş olduğunuz bir cevabınız var. “Bu dünyada bu makamda misafir olduğumu aklımdan hiç ama hiç çıkarmadım.” diyorsunuz. Gerek makamınızdan dolayı, gerek bu işi içinde bulunduğumuz çağda yapıyor olmanızdan ötürü ne gibi zorluk ve sıkıntılar yaşadınız? Kendinizi çok güçlü veya çok zayıf hissettiğiniz anlar olduğunda nasıl hareket ettiniz?

- Ben kendimi hiç güçsüz hissetmedim. Çünkü işimiz bilgiye dayalı. Güce değil. Bilgi her zaman güçtür. Bilgi her zaman galip gelir. Bilgili olduğunuz sürece kazanırsınız. Bunun farkındalığını sürekli yaşadım. Bilgi aynı zamanda büyük bir keyiftir. Hayatınızı kolaylaştırır.

Mensubu olduğum, Elazığ Barosu’ndaki eğitimlerinizden birinde: “Bir sonraki gelişimde, bugün sizlere aktardığım güncel kararlarımızın, tam olarak zıttını anlatacak olabilirim.” dediniz. Yargıtay kararlarının, sık denilebilecek şekilde  değişikliğe uğramasının altında yatan sosyo-ekonomik ve hukuki sebepler sizce nelerdir?

- Hayat öyle hızlı akıyor ve dönüşüyor ki hukuk artık hayatın hep bir adım arkasında kalıyor. Her sistem süratle eskiyor. Hayat "Forth Köprüsü'nü boyamak" gibi. Edinburgh'daki upuzun köprünün bir ucuna gelip boyama işini bitirdiğinizde tekrar diğer ucundan boyamak zorunda kalırsınız. Hayat da aynı oyunu size oynatır durur.

Medyada, boşanma kararlarınızdan, en çok ilgi çekenlerden biri de: “Eviniz lokanta, eşiniz de o lokantanın aşçısı değildir.” oldu. Evlerde yemek yenilirken dinlenilen haber bültenlerine, “Evet! İşte güzel bir karar! İşte kadını koruyan kararlar böyle olur!” şeklinde verilen tepkilerle dinleniliyor kararlarınız. Geçmişte boşanma davaları çoğunlukla “şiddetli geçimsizlik” şeklinde dar, lafzi ve birçok yoruma kapalı bir neden altında sonuçlandırılırken, bugün birçok husus göz önüne alınarak detaylandırılıyor. Bu değişiklik sizce hangi noktada başladı? Süregelen sosyal yaşam içersinde, toplumsal yapı da değiştikçe, kararların sayısı ve detaylandırılması giderek artan bir ivmeyle mi devam edecek sizce?

- “Eviniz lokanta, eşiniz de o lokantanın aşçısı değildir.” cümlesi kararın metninde değil benim yorumumda yer aldı. İçtihat konusu davada, eşin karşı çıkmasına rağmen erkek eşin eve sürekli olarak erkek arkadaşlarını getirmesi söz konusu. Eşlerden birinin rahatsız olduğu şeyi açıklamasına rağmen diğerinin bu davranışı sürekli tekrar etmesi duygusal şiddet olarak nitelendirilmiştir.

Duayenimiz olarak, herkesin cevabını sizden duymak istediği bir soruyla devam etmek istiyorum röportajımıza.. Başarılı bir avukat, bir hakim üzerinde en iyi şekilde nasıl olumlu etkiler yaratabilir?

- "Ünlü avukat" değil "başarılı avukat" olumlu etki yaratabilir. Her ünlü başarılı olmadığı gibi her başarılı da ünlü değildir. Sadece avukatlıkta değil her meslekte yaptığın işin hakkını vereceksin. Bu da sadece bilgi ile mümkündür.

Röportajımıza ekstra bir soru eklemek isteseniz.. O ne olurdu?

- "Geleceğe yönelik planlarınız var mı?" sorusunu eklemek isterdim. Cevap da verebilirim bu soruya: Bulunduğum makamda, yerde ve zamanda misafir olduğumu hiç ama hiç aklımdan çıkarmadım. Gündelik yaşamayı severim. Her sabah uyandığımda ve işe geldiğimde bugünü de gördüm diye sevinirim. Akşama ne olacağımızı bilmediğimiz bir dünyada günümü çok iyi değerlendirmeye çalışırım. O gün iki satır yazmış ve iki satır da okumuşsam dünyanın en mutlu insanı ben olurum.

Röportajımızı sonlandırmadan önce, çok sevdiğiniz genç hukukçulara, kariyerleri ve yaşam felsefeleri üzerine ne gibi tavsiyelerde bulunursunuz?

- Hayatı sevmek lazım. Bu dünyada dertsiz tasasız insan yok. Dertler, dünya tarlasına avuç içindeki buğdayın savrulması gibi saçıldığında herkesin payına bir dert düşmüştür. Hayatta sürekli mutluluk yoktur. Her şeyin sonu vardır. Üzüntüler de hayatın parçası ve anlamı içinde mündemiçtir. İşini severek yapmıyorsan bırak o işi derim. Sor kendine "Ben neden hoşlanıyorum" O işi yap. İnsanları ve yaptıklarını sorgulamayın. Herkes kendini düşünür. Kimseye güvenerek hayatı yaşamaya çalışmayın. Kendinizi sevin. Hata yaptığınızda kendinize kızmayın.
Bilin ki bedel ödemeden bu dünyada hiçbir şey öğrenilmiyor ve kazanılmıyor.
Her şeyin sonu var demiştim ya işte gördünüz röportajın da sonu var. Bana ayırdığınız zaman için kalben teşekkür ederim.