Medeniyet kavramı, İslam Ansiklopedisinde şöyle ifade edilmiştir; مدنيّت - Arapça’da “şehir” anlamına gelen ve müdûn köküne dayanan medîne isminden Osmanlı Türkçesi’nde türetilen medeniyyet kelimesinin, kök itibariyle “yönetmek” (es-siyâse) ve “mâlik olmak” anlamları da bulunan deyn (dîn) masdarıyla ilişkili olduğu da ileri sürülmüştür.
Medenî (medeniyye) ve medînî ise “şehre mensup olan, şehirli ”manasına gelmektedir. (Lisânü’l-Arab, “mdn”, “dyn” md.leri) Medine’de nâzil olmuş sûreler de “Medenî” adını alır. Daha sonra medîne kelimesinden temeddün masdarı türetilerek “şehirli veya medenî hayat yaşamak” anlamında kullanılmıştır.
Bu kavramın batı dillerindeki karşılığı ise; civilisation’dır. Bu da Latince’de “kentli” anlamına gelen civilis kelimesinden türemiştir.
Evet, İnsanlığın tarihi serüveni, aslında bir medeniyetler tarihidir. Çünkü tarih boyunca insan ve toplum, varlık alanında yaşamını idame etmek amacı ile bir mücadele içinde olmuştur. Bu nedenle insan içtima-i toplum içinde yaşamak zorundadır. Toplumların kemâle ulaşması için medînede yaşamakla/bulunmakla mümkündür.
Şehir, medeniyetin mekânsal karşılığıdır. Mekânlar ise, medeniyeti içinde inşa eden, daha sonra bu medeniyeti taşıyan ve yaşatan alanlardır. Bu nedenle şehirler, üzerinde, mensubu olduğu medeniyetin izlerini taşır.
İslâm Medeniyeti, medeniyetin temel kurucu unsuru olan insanı ahsen-i takvîm/mükemmellik mertebesine ulaştırma idealindedir.
Medine’de (Şehirde) yaşayan toplumlar nihayetinde medeniyeti inşa etmişlerdir. Ancak her toplum medeniyet kuramaz. Çünkü Medeniyet inşa eden toplumların kadîm köklerinin bulunması gerekmektedir. Kadîm kökleri bulunan her toplum, medeniyet kurma potansiyeline sahiptir. Fakat erdemli medeniyet kuran toplumlar, tevhid kök ve damarına dayanan insan gruplarından teşekkül etmektedirler. Bu erdemli medeniyetlerin en sonuncusu, medeniyetler medeniyeti olan İslâm medeniyetidir.
Biz müslümanlar olarak Medeniyet kavramından anlamamız gereken şey civilization olmamalıdır. Çünkü İslâm Medeniyeti, fıkıhla yaşayan Müslüman toplumunun ontolojisine mahsus “şehir-adalet yurdu” kurduğunda varlığından söz edebileceğimiz bir olgudur.
Lütfi Bergen ise Medeniyet tasavvurunu, “siyasi-politik üst yapının tanzimi ve devlet teorisi olmayıp, Müslüman toplumun her hangi bir politik sistemin alt yapısında [iktisadî üretim ve bölüşüm sisteminde] “halifetü’l arz” vasfına uygun iradeyle şehir kurarak ticarî / içtimaî / ilmî / adlî müesseselerini var etmesidir. Hane, mahalle, muâhat, vakıf, fütüvvet ocağı, bedesten, medrese, zaviye ve kad’a sisteminin kavramları bu alt yapıya aittir. Medine, “İslâm Şehri” demek iken; Medeniyet, Fıkıhla yaşayan adalet toplumunu işaret eder. İslam’ın Hz. Âdem’den bu yana gelen fıkhî-hukukî toplumsallığı şehir kurduğunda medeniyet haline varmaktadır.” diye tanımlamaktadır.
Medeniyet, Müslümanların şehir tavrıdır.
Bu tavrın içinde Farâbî’nin, El-Medinetü’l-Fazılası kitabında vurgulamak istediği gibi, “Bir şehrin dayandığı değerler sisteminin niteliğiyle şehirler kimlik kazanır.” ifadesi çerçevesinde İslam Medeniyeti düşüncesi, şehir kurma algısı ve bir medeniyet inşası için kullanmış olduğu sanat ve estetik kavramlarını geliştirmiştir. Bu iki kavram aslında şehrin ihyasında mutlak güzele ulaşmaktır. Güzeli arama ile doğanın iyileştirilmesi arasında yakın bir bağın olduğu bilinmektedir.
Şehrin inşa ve ihyasında yer alan sanatçı, evrenin içindeki karmaşıklığını ve karışıklığını içsel olarak hisseden ve algılayan dünyada var olma yolunu geliştirdiği için estetik kaygı taşımaktadır. İslam Medeniyeti içinde oluşan genellikle mimari yapılarda hissedilen estetik, kendiliğindeki metafizik belirtilerine dikkat çeken belirli bir ruh halini ve disiplini besleyen bir eğilime dayanır. İslam Medeniyetindeki estetiğin ve güzelliğin idrakinde, ahlaki yan bulunmaktadır. Medeniyet içinde sanata karşı ilgi aynı zamanda tüm güzelliğin kaynağına yani Allaha şükran ifadesi olduğundan dolayı sanat, ahlaki sorumluluk için gerekli olan cömertliği halet-i ruhiyesinde barındırmaktadır.
Sonuç olarak; İslâm medeniyeti, medeniyetin temel kurucu unsuru olan insanı ahsen-i takvîm/mükemmellik mertebesine ulaştırma idealindedir. Bu nedenle Medeniyet kavramı, Müslüman filozoflar ve âlimler tarafından da kullanılmıştır. Farabi, Medinetü’l-Fâdıla (Erdemli medîne/İdeal medîne)’da, “şehir (medîne) kelimesini belli bir gaye ile bir şehirde toplanmış olan kimselerin meydana getirdiği “topluluk” olarak tanımlamaktadır”. İbn Haldun’un Mukaddime adlı eserlerinde insan, doğası gereği medeni bir varlıktır ve “umrân” kavramını ele aldığı Mukaddime adlı eserinde de bir medeniyet teorisi kurar. Ona göre medeniyetleri kuran, inşa eden insandır.
Sağlıcakla kalınız…