Neredeyse bütün kurumlarının (siyaset, yargı, askeriye, bürokrasi vd.) vesayet altında olduğu, gücü eline geçirenin (devlet kurumu olmasa bile -ki bakınız başbakanı pijama ile karşılayan medya patronu) kendi kurumunu devleti idare eden bir mekanizma aracına dönüştürmeye çalıştığı, her gücün ve kurumun keyfi bir yönetim içinde olduğu, rejimin Cumhuriyet,yönetim şeklinin demokrasi olduğu,demokrasiye geçmeden önce tek adam rejimini (monarşi -padişahlık) yıkıp, halkın kendi kendini yöneteceği iddiasına rağmen 27 yıl kadar tek parti ile yönetildiği ama demokrasinin bir tek tanımının olmadığını gücü eline geçiren zümrenin keyfi tanımlar üzerinden özel hayatlara müdahale edecek kadar demokrasiyi yorumladığı dönemlerden geçtik. Bu dönemlerden geçerken ülkenin elitist kesiminde ve halk tabanında bulundukları konum itibariyle genlerine işleyecek şekilde iz bırakarak geçti.
Yaşanılan her dönemde kendisini ülkenin sahibi olarak tanımlayan/zanneden zümre, her ne kadar kendilerini ve fikirlerini özgün ve bağımsız olarak gösterse de halka dayattıkları demokrasi nedense hep Amerika'nın Ortadoğu'ya götürdüğü gibi bir demokrasi oldu. Yaşanan süreç ve gelinen nokta artık bu hantal ve çürümüş vaziyetin devam edemeyeceğini ve 90'lı yılların sonunda balonun patlama noktasına geldiğini her kesim tarafından görülmesi ile sonuçlandı.
Erdoğan, bu vesayet kölesi çürümüş ve hantal yapı ile mücadele vaadini dile getirince, her ne kadar görünürdeki sebebi ekonomik tablo olsa bile, yukarda anlattığımız kötü vaziyetin sonuçlarını genlerine kadar işlemiş halk tarafından sahiplenildi ve iktidara getirildi. Her dönemde kurumlardaki (siyaset,yargı,askeriye,medya,bürokrasi vd.) vesayetçilerle giriştiği mücadelede halkın desteğini meşru yollarla arkasına alırken, genlerine işlenmiş gibi kendisini bu ülkenin sahibi zanneden elitist zümrenin tepkisiyle karşılaştı, bu tepkiyi gösteren sözüm ona ülkenin sahibi elitist burjuva kesim, Erdoğan'ı tek adam rejiminin korku siyasetçisi bir diktatör ve faşist olarak nitelendirirken ona karşı mücadelesinde ironiktir bazen illegal ve gayrimeşru yollara bile başvurdu. Tek adam, korku siyasetçisi, diktatör, faşist söylemleri aslında vesayet ve zulüm ile ele geçirdikleri güç ve makamları kaybetme korkusu yaşayan elitist burjuvazinin söylemi olmaktan çıkıp bu kesimin siyasi ayağı olan CHP eliyle bütün bir muhalif siyasetin söylemi haline geldi.
Medya, yargı, bürokratik, askeri ve ekonomik darbelere rağmen Erdoğan yoluna ve mücadelesine devam ederken, yeni bir dönemin başlangıcı olacak seçimin sathı mailine girdik. Dünyadaki olumsuz koşullarla beraber yaşanan büyük ekonomik kriz ile gireceğimiz seçim öncesi CHP liderliğindeki bütün bir muhalefet, vaatlerini ekonomi,kalkınma, yatırım, terör, dış politika, üretim istihdam vs. üzerine değil de, seçim yoluyla gelmiş ve halkın yüzde 52,7 oyunu almış Erdoğan'ın korku siyaseti ile bina edilmiş tek adam rejiminden kurtulma, diktatör ve faşist yönetimin gönderilmesi üzerine kuruyor. Bu söylemler ile beraber kendilerini konumlandırdıkları yer ise demokrasi havariliği, özgürlüğün ve aydınlık günlerin bekçiliği oluyor.
Hadi bu söylemlere inandık ve dünya siyasi literatüründe bir ilki gerçekleştirip seçim yoluyla bir diktatörü indirdik diyelim.( yüzünüzde acı bir gülümsemenin olması normal çünkü trajikomik bir durum) Muhalefet iktidara geldiğinde neler olacak onlara bakalım. İktidara gelen demokrasi havarisi özgür ve aydınlık günlerin bekçisi muhalefet neler yapacak ?
Muhalefetin söylemlerine baktığımız zaman sanki Ak parti eliyle bütün memlekette, dışardan yabancı işgalciler bütün kurumlarımızın makamlarını işgal etmişler, mesela siz Elazığ valisinin bu memleketin evladı olduğunu ve karınca kararınca bu memlekete hizmet etmeye çalıştığını sanıyorsunuz ya da çocuğunuzun gittiği okulun müdürünün karşı köyden falanca amcanın oğlu olduğunu zannediyorsunuz, değil işte kurumların başındaki bütün bu kişiler ilk 24 saatte değiştirilmesi gereken düşman kuvvetleri.
Korku siyasetçisi diktatör(!) millet açken milletin halini düşünmeyip kendi saltanatı için 200 bin TL maaş alırken, 100 bin dolar gibi küçük (!) bir maaş ile memlekette adam kalmadığı için Amerika'dan getirdikleri pardon getirmeyip millet teknoloji görsün diye görüntülü bağlantı ile görüştükleri danışman ile beraber daha ilk 24 saatte, sanki bu memleketin evlatları değillerde yabancı memleketten gelip ülkemizi işgal etmişler gibi görülen 9 bin evet yanlış okumadınız dokuz bin devlet görevlisi kaymakamından valisine, askerinden müdürüne,daire başkanından bürokratına kadar hepsi derhal görevlerinden uzaklaştırılacak, mevcut yatırımlar durdurulacak, özellikle savunma sanayindeki yatırımlar bitirilecek,rektörler hemen derhal bir daha üniversiteye bile sokulmayacak, medyaya el konulacak, özel sektörün şirketlerine el konulacak, iktidar yanlısı yazan herkes yargılanacak ve cezalandırılacak ki yargılamadan da cezalandırabilirler çünkü genlerinde "sanığın idamına delillerin bilahare toplanmasına" gibi bir garabet hücre var, bütün bunlar ilk 24 saatte yapılacak işler.
Sonrasında tek adamdan, diktatörden kurtulma adına ülke olağan üstü hal durumuna dönüştürülüp iç savaş varmış gibi sürek avı başlatılıp mücadeleye girişilecek. Bütün bunlar sözüm ona demokrasi adına aydınlık günler adına yapılacak. Bunlar yapılırken ekonomi, kalkınma yatırım dış politika güvenlik terör kazanılmış haklar özgürlükler teknoloji adına hiçbir makul vaat duymuyoruz ben bu satırları yazarken ana muhalefet lideri tehdit etme serisine bir üniversite rektörünü ve yönetimini ekliyordu,geldiğimizde görüşürüz diyerek.
Görüyorsunuz, teknolojinin ilerlemesiyle birlikte algı olgunun önüne geçiyor ve neredeyse söylemleriyle korku siyasetiyle iç savaş hazırlığı yapıyor gibi görünen muhalefet demokrasi havarisi olarak kendinisini konumlandırılıyor, yukarıda yazdığımız durumdaki vesayetçiler elinde can çekişen devleti ve kurumları kurtarmaya, bir düzene bir sisteme oturtmaya çalışan Erdoğan ise tek adam ve diktatör oluyor. Çelik gibi sinirlere,basiretli gözlere bilinçli bir akla sahip olmazsak daha ne algılar olguların önüne geçecek ve bize ne halüsilasyonlar yaşatacak Allah bilir.